%99'un Manifestosu


%99'un manifestosu 13 Temmuz 2013, 02:07 Biz yüzde doksan dokuzuz!Gezi Parkı’nda başladık. Çadırlarımızı yaktılar. Direndik, çoğaldık. Gazlamaya kalkıştılar. İstiklal Caddesi’ni doldurduk hınca hınç. Su sıktılar. Sabahlara kadar şehrin her yerinde sokağa çıktık. Artık polislerini yetiştiremez oldular. Türkiye sathına yayıldık. İstanbul’dan sonra Ankara’ya, İzmir’e, Adana’ya, Antalya’ya, Antakya’ya, daha başka şehirlere uzandık. Şaşkına döndüler. Geri çekilmek zorunda kaldılar. 1 Mayıs’ta işçilere yasakladıkları Taksim meydanına onlar uğrayamaz oldular. Taksim meydanı, Kuğulu Park, Gündoğdu meydanı ve başka meydanlar halkın özgürlük alanları oldu.Sonra gazlarıyla, kimyasal sularıyla, coplarıyla, yeleksiz polislerin çivili sopalarıyla, hatta palalı itleriyle saldırdılar. Kafamıza gaz kapsülü attılar, komaya soktular. Plastik kurşun attılar, kör ettiler. Başkent Ankara’nın Kızılay meydanında gündüz gözüne gerçek kurşun sıktılar, öldürdüler. Zorlandık, Gezi’den de, öteki parklardan da ayrıldık. Amma yılmadık! Parklarda toplandık, forumlar, halk meclisleri düzenledik. Ethem için, Lice için, Sivas için, Ali için yeniden sokağa çıktık, yürüdük, haykırdık sloganlarımızı. Yeniden canlandık. Brezilya’nın selamını aldık, Mısır’a selam yolladık! “Bu daha başlangıç” dedik, “mücadeleye devam!”Çünkü biz toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokuz! Ve kahreden ve yaratanız! Biz toplumun % 99’uyuz! Kırılmakla bitmeyiz! Tayyip Erdoğan kendisinin toplumun % 50’sinin oyunu almış olduğunu hatırlayarak, onları zor tuttuğunu söyleyedursun! O, % 50’nin oyunu alıp ondan sonra toplumun % 1’inin çıkarlarına hizmet ediyor. Taksim meydanını, Gezi Parkı’nı bile özelleştiriyor, ticarileştiriyor, gayrimenkul sermayesine peşkeş çekiyor. Yoksulun hakkını gasp ediyor, hep zengine veriyor. Sonra da kim hakkını arasa üzerine polisini salıyor. Sendikalaştığı için işten atılan işçi, iş güvencesi için mücadele eden kamu emekçisi, üniversitelerde polis işgalinden yaka silken öğrenci, kürtajın yasaklanmasına karşı sokağa çıkan kadın, özgürlüğü ve onuru için yürüyen Kürt, kim olursa olsun sokağa çıktı mı gazlanıyor, cop yiyor, yerlerde sürükleniyor! Tayyip Erdoğan bankaları, büyük patronları, gayrimenkul yatırım ortaklıklarını, büyük tarım endüstrisini, ihracatçıları temsil ediyor. En çok da Türkiye’ye sıcak para sokup kazanan ama işine gelmediğinde çekip giden Batı’nın faizci yabancı sermayesini ve “faiz haramdır” dedikten sonra başka kılıklarda faiz yiyen Körfez sermayesini koruyor. Onlar bu toplumun % 1’i. Biz ise % 99’uz. Bu toplumun çoğunluğunu oluşturan işçileriz, emekçileriz, üretenleriz. Fabrikada makine başında işçiyiz, plazada hizmet üreteniz, otelde yemek yapan, sokakta çöp toplayan, okulda eğitim verenleriz. Şehir içinde ve uzun yolda direksiyon sallayanız, makinistiz, mürettebatız. Tarlalarda terleyen, yollarda tükenen mevsimlik işçiyiz. Öğrenciyiz, ev kadınıyız, emekliyiz. Onlar asalak. Onlar olmasa da bu toplum üretir ve varlığını sürdürür. Üreten biziz. Onlar bizim emeğimizden yaşıyor. Bu düzen hepimizi eziyor. Öyleyse birleşmeli, birlikte mücadele etmeliyiz.Bizim kavgamız birbirimizle değil. Saçı açık olsun, başını örtmüş olsun, emekçiler kardeştir. İçki içsin, namaz kılsın, emekçiler kardeştir. Türk olsun, Kürt olsun, emekçiler kardeştir. Alevi olsun, Sünni olsun, emekçiler kardeştir. Bizi bölmeye çalışıyorlar. % 99 olduğumuzu bilelim, safa gelelim! Hepimizi aynı düzen sömürüyor, hepimizi aynı devlet eziyor, hepimizi aynı hükümet nefes alamaz hale getiriyor. Kardeşlerimizle değil, % 1 ile ve onların hükümeti ile uğraşalım.Yarından tezi yok, parklarda, forumlarda, halk meclislerinde haklarımız, ücret ve maaşlarımız, çalışma koşullarımızla ilgili talepleri de mücadelemizin parçası haline getirelim. Sadece kendimiz için istemeyelim, birbirimizin taleplerine de sahip çıkalım. Onlar bizi bölüp yalnızlaştırmak istiyor, biz birleşelim. “Taşeron sistemine son! Bizi bölmeyi bırakın!” diyelim hep birlikte. “İşten çıkartmalar yasaklansın! Bizi ekmeğimizden etmeyin!” diye yüksek sesle söyleyelim. “Sendikalaşmayı özgürleştirin! Biz işçiyiz köle değiliz!” diye sesimizi yükseltelim.“Emekliyi süründürmeyin! İnsanca yaşanacak emekli maaşları!” diye gençler olarak sahip çıkalım analarımıza babalarımıza. “İşleri paylaştırın, istihdam yaratın! Gençliği başkalarına el açmaya mahkûm etmeyin!” diye yaşlılar olarak kucaklayalım gençlerimizi. “Kürtlerin de özgürce ve onurlu yaşamak hakkıdır! Bütün haklarını verin!” hepimizin talebi olsun. “Alevilere eşit haklar!” talebine hepimiz omuz verelim. “Kadına şiddete son! Tecavüzcüyü cezalandırın!” diye haykıralım hep bir ağızdan, sadece kadınlar değil erkekler de. “LGBT kardeşlerimize baskıya son!” diyelim hep birlikte!“Çocuklarımızın kafasını bilimle dolduralım, eğitim, sağlık satılmasın, parasız hizmet olsun” diyelim bütün hepimiz birlikte. Bizim o kadar çok ortak talebimiz var ki! İhtiyaçlarımız öylesine aynı ki! Birlikte mücadele edersek dağlar deviririz. Çünkü biz toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokuz! Ve kahreden ve yaratanız! Biz toplumun % 99’uyuz!
Devamını okuyun...>>

Cannibal Manifesto

Only Cannibalism unites us. Socially. Economically. Philosophically. 
The unique law of the world. The disguised expression of all individualisms, all collectivisms. Of all religions. Of all peace treaties.

Tupi or not tupi that is the question.

Against all catechisms. And against the mother of the Gracos.

I am only interested in what’s not mine. The law of men. The law of the cannibal.

We are tired of all those suspicious Catholic husbands in plays. Freud finished off the enigma of woman and the other recent psychological seers.

What dominated over truth was clothing, an impermeable layer between the interior world and the exterior world. Reaction against people in clothes. The American cinema will tell us about this.

Sons of the sun, mother of living creatures. Fiercely met and loved, with all the hypocrisy of longing: importation, exchange, and tourists. In the country of the big snake.

It’s because we never had grammatical structures or collections of old vegetables. And we never knew urban from suburban, frontier country from continental. Lazy on the world map of Brazil.




Devamını okuyun...>>

Manifestolar, Akımlar - Gilles Deleuze

Günümüzde durum nedir? Uzunca bir süredir edebiyat ve hatta diğer sanatlar, ‘ekoller’ halinde örgütleniyorlar. Ekoller ağaç-görünümlü yapılardır.. Ve daima dehşet vericidirler: her zaman hep bir Papa, manifestolar, temsilciler, avangardist bildiriler, mahkemeler, aforozlar, küstahça ani politik döneklikler ortalıkta arz-ı endam eder.. Ekollerin en kötü yanları, (bunu çoktan hak etmiş) müritlerinin kısırlaştırılması değildir yalnızca, kendinden önce ve kendileriyle birlikte varolan her şeyi ezip boğmaları ve yok etmeleridir- Sembolizm 19.yüzyıl sonundaki o müthiş zengin şiirsel hareketi nasıl boğduysa, Sürrealizm uluslararası Dada hareketini nasıl ezdiyse…Artık bir ekolden olmak için bir bedel ödenmiyor fakat ekoller kapkaranlık bir örgütlenmenin faydasına çalışıyor: bir nevi marketing yani çıkarların, kârın, menfaatin oynaklığı.. Ve artık kitaplarla hiç bir alaka tesis edilemez, ama gazete makaleleri, televizyon programları, tartışmalar, gizli oturumlar, varlığı gerekli bile olmayan kitaplar üzerine yapılan yuvarlak masa toplantılarına kayar bu ilgi. Bu acep Mc Luhan’ın kehanet ettiği ‘kitabın ölümü’ müdür? Burada karşımızda karmakarışık bir fenomen duruyor: her şeyin ötesinde sinema ve belirli boyutta gazete, radyo ve televizyon, yazarlık işlevini sorgulamada güçlü öğeler olmuşlar ve artık yazarlığa duhul olmayan -en azından potansiyel olarak- yaratılıcılıkları ortaya çıkarmışlardır.


Devamını okuyun...>>

Avrupa Antifaşist Manifestosu




İkinci Dünya Savaşı ve nazi faşizminin mağlup olmasından tam 68 yıl sonra tüm Avrupa aşırı sağın yükselişine sahne oluyor. Ama asıl endişe verici olan aşırı sağın da sağında yer alan neonazi güçler. Yunanistan ve Macaristan gibi bazı ülkelerde kök salan bu radikal güçler, şiddeti, ırkçılığı ve pogromları tetikleyen kitlesel halk hareketlerine dönüşmekte. En temel amaçları; sendikal, siyasi, kültürel ve emekçi örgütlenmenin, sivil direnişin, farklı olma hakkının, “farklı” olanların ve en zayıf halkanın – fiziki olarak da – yok edilmesini sağlamak.

Tıpkı 1920 ve 1930’larda olduğu gibi, neofaşizm ve aşırı sağın altında yatan asıl neden kapitalizmin ekonomik, sosyal, politik, ekolojik ve etik krizi. Oysa borç krizi bahanesiyle hayat standartlarına, özgürlüklere, emekçilere ve toplumun alt katmanlarına karşı yapılan ve şu ana kadar benzeri görülmeyen bir saldırı sözkonusu.


Devamını okuyun...>>